18. yüzyıl sonlarında İngiltere’de ortaya çıkan Romantizm, diğer Avrupa ülkelerine yayılarak Fransız Devrimi’yle de hareketlenip 19. yüzyıl başlarında en üst seviyeye ulaşan sanat akımıdır. Neo-Klasisizme tepki olarak ortaya çıkmıştır. Romantizmde sanatçı duygularına, iç dünyasına ve kendisine yönelmiştir. Akıl ve sağduyu yerine duygu ve hayal gücü ön plandadır. Alman ressam Caspar David Friedrich, romantizm akımı etkisi altında eser veren ressamların başında gelmektedir.
Caspar David Friedrich 1774’te küçük bir liman kenti olan Greifswald’da doğdu. 10 çocuklu mütevazı bir ailenin 6.çocuğu olan ressam, erken yaşlarda sanatla ilgilenmeye başladı ve birçok farklı yerde profesyonel sanat eğitimi aldı. Henüz gençken annesini kaybetti ve erkek kardeşi kendisinin önünde donmuş göle düşerek öldü. Yaşadıklarını göz önüne aldığımızda Friedrich’in neden ‘melankoli ressamı’ olarak adlandırıldığını anlıyoruz. Resimlerinde melankoliyi dik kayalar, boş sahiller, bulutlardan uzak parlak ufuklar ve soluk gökyüzü üzerinde işleyen romantik ressam; insanları genellikle yalnız olarak çizerdi. Belki de eserlerini günümüzde hala geçerli kılan insanın yalnızlığının değişmezliğidir.
Caspar David Friedrich – Bulutların Üzerinde Yolculuk (Wanderer Above the Sea of Fog)
95x75cm, tuval üzerine yağlı boya, (1818)
Almanya-Hamburg Kunsthalle Hamburg Müzesi
Caspar David Friedrich’in, ‘Bulutların Üzerinde Yolculuk’ ya da ‘Sis Denizinin Üzerindeki Gezgin’ olarak bilinen bu eseri günümüzde romantizm akımının en önemli eserleri arasında gösterilir. Esere daha ilk bakışımızda fazlasıyla görkemli bir anın resmedildiğini anlıyoruz. Bunun yanında sanatçının her ne kadar yaygın yönelim yataylık olsa da dikey resmi tercih etmesi, eserde figürün dik duruşunu güzelleştirmiş ve eserin daha da etkileyici olmasında büyük rol oynamıştır.
Eserde figürün pozisyonuna bakarak üç farklı noktaya değinmek istiyorum. İlki figürün arkadan betimlenmesi. Ressamın çalışmalarında bunu sıkça görürüz. Figürleri genelde arkadan ya da yan profilden çizer ve bu nedenle biz figürün kim olduğunu bilemeyiz. Buna bağlı olarak resimdeki kimliksiz figürü özleştirebilir, kendimizi figürün yerine koyabiliriz. Ressamın amacının da bu olduğunu düşünüyorum: izleyiciyi doğaya kendi gözünden bakmaya itmek. Eseri evrensel hale getiren ve böylesine popüler olmasını sağlayan da bu olabilir.
İkincisi figürün kayalıkların üstünde, tepe noktada bulunması. Bazı eleştirmenler bunu insanın doğaya karşı üstünlüğüne yormuştur. Ancak ilerilere baktığımızda daha yüksek dağlar ve tepeler de mevcut. Bu nedenle ulaşılması gereken yargının bu olduğunu düşünmüyorum. Dikkatli baktığımızda doğa çok güçlü ve tekinsiz; insan ise ne kadar şık görünse de oldukça kırılgan aslında. Adam, çevresindeki doğaya nazaran küçücük bir nokta olarak kalıyor ve bence ressamın anlatmak istediği de bu.
Son olarak üçüncüsü ise duruş noktası. Figürün heykel gibi dik bir duruşu var ancak tam uçurumun kenarında duruyor. Resme tekinlik hissiyatını veren de bu aslında. Figürün nereye gideceğini bilmiyoruz. Bir adım atsa düşebilir veya geri çekilerek aşağı inebilir. Bu gerginlik ve tedirginlik de yine insan ve doğa arasındaki sorunlu ilişkiyi temsil ediyor olabilir.
Caspar David Friedrich yaşamının sonlarına doğru felç geçirmiş ve artık resim yapamaz hale gelmişti. 7 Mayıs 1840’ta 66 yaşındayken vefat eden ressamın yaşadığı uç duygular neticesinde oluşan bir çeşit zihinsel rahatsızlığın da ölüm sürecini tetiklediği düşünülmektedir.
Yazan: Elif Şevval TUNÇ